Perşembe Yaylası ilçe merkezine 17 km uzaklıktadır. İlkbaharda karların erimeye başlamasıyla hayatın ve canlılığın başladığı Perşembe Yaylası’nda mevsimin ilk karının yağmasına kadar hayat devam eder. Yeşil çimlerle kaplı olan yaylanın merkezinde şehir türü bir yapılanma vardır. Perşembe Yaylasında yerleşim ve yaşamanın Türkler’in Anadolu’ya ayak basmalarından bu yana devam ettiğini kabul edersek doğru yapmış oluruz. Çünkü Ünlü seyyah Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Perşembe Yaylası’ndan ve Perşembe Panayırından bahsetmektedir. Yine 1876 Trabzon Salnamesi’nde Perşembe Yaylası’ndan ve panayırından söz edilmektedir.
Bu yazılı kaynaklara dayanarak Perşembe Yaylası’nın çok eski bir yerleşim yeri olduğunu anlıyoruz. Yayla Şenlikleri de insanların bu yaylaya yerleşmeleriyle birlikte Perşembe Panayırı olarak başlamıştır. O dönemlerde yurdun çeşitli yerlerinden gelen satıcıların eğlence araçlarının, çadır tiyatrolarının buluşup birleştiği muhteşem bir görünüm içerisinde başlayan bir hafta devam eden eğlence alışveriş ağırlıklı bir şenlikmiş.
Bu şenliklerin en büyük ağırlığını yağlı pehlivan güreşleri oluşturmaktadır. Geçmiş dönemlerde yaşayanların Perşembe Yaylası Panayırı hakkında anlattıkları bilgilere göre o dönemlerde panayıra yurdun çeşitli yörelerinden satıcılar, ip cambazları, sihirbazlar, sirk türü çadırlar, falcılar gelirler ve bir ay boyunca yaylada kalırlarmış. Başladığı günden bu yana Temmuz ayının son haftasında yapılma özelliğini yitirmeyen panayır son haftada yağlı pehlivan güreşleri, at yarışları, insan yarışları gibi çeşitli sportif faaliyetlerle devam edermiş.
Yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre Perşembe Panayırı Kırkpınar Şenliklerinden daha eski bir tarihe sahiptir. Ancak bu zamana kadar tanıtımı yapılamadığı için gerekli yeri alamamıştır. Kırkpınar güreşlerinin rövanşının yapıldığı bir panayır olarak kalmıştır. Türk güreşine isimlerini altın harflerle yazdırmış Atkaldıran, Kırkpınar’da ilk defa üç yıl üs tüste altın kemer almış Ordu’lu Mustafa, yine Kırkpınar pehlivanlarından Kerim Yüksel, Davut Yılmaz, Ramazan Göl gibi çok ünlü pehlivanlar Perşembe Panayırında kispet giymişler ve yeşil çimlerde güreş tutmuşlardır. Başladığı günden bu yana hiç kesintiye uğramadan devam eden Perşembe Panayırı’na Kırkpınar’da kispet giyen pehlivanların %80’i baş pehlivan dahil her yıl katılmaktadır.
Tarihi Perşembe Panayırı 1992 yılından itibaren Perşembe Yaylası Şenliklerine dönüştürülmüştür. Bu dönüşümle birlikte Sportif ve kültürel ağırlıklı bir hava kazandırılmıştır. Şenlik programı içerisinde yörenin ürünlerini tanıtıcı halı sergisi, el sanatları sergisi gibi sergiler düzenlenmekte, hayvancılığı teşvik edici çeşitli yarışmalar, futbol turnuvaları, atletizm yarışmaları, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği konserleri, folklor gösterileri gibi sosyal ve kültürel etkinlikler de yer almıştır. Tabii en büyük ağırlığı yağlı pehlivan güreşleri kaplamaktadır. Kırkpınar’da kispet giyen pehlivanlar mutlaka Perşembe Yaylası’na gelmektedir.
At yarışları da şenliğin heyecanla beklenen yarışlarıdır. Bu yarışlara yurdun her tarafından yarış atları getirilmekte ve tabii pist üzerinde yarıştırılmaktadır. Perşembe Yaylası şenlikleri her yıl Temmuz ayının son haftasında yapılan büyük bir organizasyondur. Bu organizasyonu ilçe kaymakamının başkanlığında, ilçe belediye başkanlığı ve diğer kamu kuruluşları gerçekleştirmektedir. Yurdun çeşitli yörelerinden insanların, eğlenceye yönelik çadırcıların, dönme dolapların, atlıkarıncaların kendilerine yer bulmak için şenliğin başlayacağı tarihten 15 gün önce geldiği Perşembe Yaylası Şenliklerini izlemek üzere gelenlerin sayısı da hayli fazladır. Son üç günde bu sayı en az yüz binleri bulmaktadır.
Karadeniz’e paralel olarak uzanan Canik Dağları’nın Kuzey Yamaçlarında Bolaman Irmağı’nın sol kolu üzerinde (Yöresel adı Ağuderya olan) kurulmuş olan Aybastı Karadeniz’e 50 Km uzaklıkta 730 metre yükseklikte cennet bir şehirdir. Kuzey’den Kabataş, Güney’den Reşadiye, Doğu’dan Gölköy , Mesudiye Batı’dan Korgan ilçeleriyle çevrilidir. Bütün komşu ilçelere işlek yollarla bağlıdır.
İLÇEMİZİN ADININ NEREDEN GELDİĞİ
İlçemizin daha önce İbasdı ( İbasda ya da ibassa ) 1900’lü yıllarda Aybastı olan adı üzerinde halkın dilinde pek çok söylenti ve öyküler mevcuttur. Bunlardan en önemlileri yöremizin fethi sırasında karanlık bir gecede ayın bulutların arasından birden çıkarak ortalığı aydınlatması sonucunda işi kolaylaşan fatihlerce Aybastı şeklinde konuşmalarından dolayı yöreye bu adın verildiği şeklindedir.
Bir diğer söylentiye göre belden aşağısı tutmayan çocuğunu, şifa aramak amacıyla yöreye getiren bir beyi bir süre sonra çocuğun iyileşerek ayaklarını basması sonucu Beyin sevinçle “Ay bastı! Bastı! Ya da iyi bastı” şeklinde sevinçle bağırması sonucu yörenin bu
adla anıldığıdır ki yöremizin adının bazı tarihi kayıtlarda İbasda, İbastı bazı kayıtlarda da Espadia veya İpsadı şeklinde geçmesi itibariyle bu öykülere pek uymamaktadır.
TÜRKLER’DEN ÖNCE AYBASTI
İlçemizin adının Phacisane (Fatsa), Hapsamina (Hapsamana- Gölköy) Oinoie (Ünye) gibi aynı tür isimlerden ve bu isimlerle aynı devirlerde (Pontus krallığı Dönemi) verildiği muhtemeldir. Çünkü ilçemiz topraklarında bu devirlere ait yaşam izleri mevcuttur. Aybastı’nın verimli toprakları sağlıklı yaşama elverişli toprakları her devirde insan topluluklarının ilgisini çekmiştir.
Yunan kaynaklarına göre Aybastı’yı da içine alan bölgede ilk egemen halk kütleleri Kalipler , Kolk, Kokonlar ve Tiberen’lerdir. (Ayrıca ilçemizde tarih öncesi devirlere ait mağara yapıtları da mevcuttur. Bu kavimler uzun bir süre Hitit , Pers, Met ve Pont devletlerine bağlı olarak yöremizde egemen olmuşlar ve demircilikle uğraşmışlardır. M.S. 70’li yıllarda bölge Peçenek ve Uz Türkleri’nin akımlarına uğramış ve işgal edilmiştir. Dillerini ve geleneklerini unutmayan bu Türk boyları daha sonra gelen Türk Boyları ile bütünleşmişlerdir. Roma İmparatorluğu’na bağlı unsurların Anadolu’yu ele geçirmeleri sonucu Aybastı Bölgesiyle beraber önce Sivas Dukalığı’na daha sonra da Trabzon Eyaleti’ne bağlanmıştır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesi sonucu MS. 395 Aybastı Doğu Roma İmparatorluğu’nun topraklarındadır.
TÜRKLER AYBASTI’DA
Ortaasya’dan kopup gelen Türk Boyları İran toprakları üzerinde kurdukları Büyük Selçuklu Devleti’yle Bizans İmparatorluğu’na komşu büyük bir imparatorluk kurarak Anadolu’ya akınlar düzenlediler. 1054’te Van Gölü civarına gelen Sultan Tuğrul Bey ordularını üç bölüme ayırarak bir kolunu Kafkas Dağları, Erzincan Yöresi ve Canik Ormanlarına yöneltti. Bu Türk akınlarını 1071’de Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasıyla geriden gelen Türk kuvvetleri destek verdiler. Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın komutanlarından Artuk Bey, Afşin, Kutalmış Oğlu Süleyman Şah gibi komutanlar yöremizi de içine geniş bir alanda fetih hareketlerine başladılar. Kutalmış oğlu Süleyman fethettiği toprakları kendilerine bağlayarak Anadolu Selçuklu Devletini kurdu. Bu sırada Süleyman Şahın dayısı Danışmend Taylı Beyin oğlu Gümüştekin Ahmet Gazi Orta Anadolu’da Sivas Amasya, Tokat ve Niksar yörelerini fethederek Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Danişmentli Beyliği’ni kurdu. Selçuklular’ın taht mücadelelerinden yararlanarak bağımsızlığını ilan etti. Selçuklular ile birlikte Haçlılar’a ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı çetin mücadeleler verdiler. Daha önce Sivas olan başkentlerini güvenlik nedeniyle Niksar’a taşıdılar. Ahmet Gazi’nin yerine geçen oğlu Melik Emir Gazi Beyliği’nin sınırlarını bilhassa sahile doğru genişletmek amacıyla Canik denilen bölgeye seferler düzenledi. İlk etapta doğuda Mesudiye, İskefsür ve Aybastı; Batı da ise Ünye, Fatsa Bölgeleri Danişmentliler’in eline geçti. (1115 - 1134) İlçemiz Canik diye bilinen yörenin Niksar’a göre ilk bölümlerindendir. Bu nedenle Türkler’in eline geçen ilk yerlerdendir. Daha sonraki yıllarda bazı yerlerin Bizans’a geçmesi üzerine Danışmentli Melik Muhammed yöreye bir sefer daha düzenleyerek daha etkin hakimiyet sağlamıştır. Danişmentli Hükümdarı Emir Nizamettin Yagıbasan Ünye üzerine bir sefer düzenleyerek (1157) Ünye’den itibaren Bafra’ya kadar tüm sahili ele geçirmiş, bir yıl sonra bu yerler antlaşma ile vergi karşılığı Bizans‘a terk edilmiştir.
Emir Muhammed’in ölümü üzerine başlayan taht kavgalarına As Devleti Sultanı Kılıçaslan Danişmentli Beyliği’ne son vererek topraklarına kattı. (1175) İlçemiz toprakları üzerinde Danişmentliler devrinde yapılan savaşlarda şehit düşmüş asker ve komutan mezarlarına rastlanmaktadır. Kutlu Doğmuş Evliyası, Kümbet Evliyası etraflarında çok sayıda şehit mezarları mevcuttur.
Moğollar’ın Anadolu’yu işgali sonucu Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı. İlçemizde içinde bulunduğu topraklar İlhanlı Devleti, Eratna (İlhanlı) Beyliği, Kadı Burhanettin Beylikleri’nin topraklarında kaldı. Kadı Burhanettin ordusu ile İskefsür’e kadar gelmiştir.
Aybastı ve yöresinin dağlık oluşu fetih sırasında Türkleri çok uğraştırmış fetih uzun yılları almıştır.(115- 1134) Hatta Emir Melik Gazi’nin ilçemize düzenlediği bir sefer sırasında Kutlular’da Yaras mevkiinde yaralandığı; öteki komutanların askerlerine:” Yarısını asın, yarısını kesin!” şeklinde emir verdiklerini; Emirin acilen Niksar’a götürüldüğü sırasında kanının damladığı yerlerin evliya olarak değerlendirildiği mahalle insanları tarafından anlatılmaktadır.
OSMANLI DÖNEMİNDE AYBASTI
Aybastı ile bu döneme ait bilgileri İlçemizin yetiştirdiği çok değerli Hocamız Prof. Bahaeddin YEDİYILDIZ’ın Ordu Kazası Sosyal Tarihi adlı araştırma eserinde rastlıyoruz. Buna göre 1485 Yılı Tahrir Defterlerinde İlçemizin adı Bölük-i Fidâverende ‘dir. Fidâverende’nin merkezi belli olmamakla birlikte Elbey Köyü’nün olma ihtimali üzerinde durulmaktadır. İbassa ise Fidaverende’ye bağlı köyler envanterinde 1455’te 49 haneli bir köydür. Köy Yörgüç Paşa’nın Gulâmı (temsilcisi) Togan’ın tımarıdır. Köyde cami vardır. Seydi Ali Fakih imamlık Dervişoğlu Akdoğan Zaviyedarlık yapar. Köyde dervişler yaşar. Kızılot Karyesi’nde (Köyünde) 3 adet Derbentçi vardır. İbastı bu tarihlerde İskefsur kazası Şebinkarahisar Sancağı, Erzincan Eyaleti’ne bağlı bir nahiyedir.
Perşembe Yaylası Şenlikleri
İlçemiz Tokat, İskefsur , Niksar yöresini sahile Fatsa Limanı’na bağlayan en kısa ve emniyetli yol üzerinde olması nedeniyle çok önemlidir. İlçemiz topraklarında çok eski tarihlerde kullanılan bir ipek yoluna ait kalıntılar mevcuttur. Prof. Bahaettin YEDİYILDIZ Hocamızın eserine göre Fidâverende’nin nüfusu hane olarak komşu nahiyelerden daha fazladır. (İbassa 626 hane, Hapsamana 346 hanedir. İlçemiz 1485’te 643, 1520’de 1006, 1547’de 1590, 1613’te ise 1745 hane nüfusa sahiptir. Buradan harekele ilçemizde aşırı bir nüfus artışı olduğu göze çarpar.)
Aybastı Osmanlı Padişahları’nın Doğu’ya düzenledikleri seferlerin yakınından geçmesi nedeniyle doğrudan etkilenmiştir. (Yavuz Sultan Selim’in Selemen Yaylası’nda konakladığı bilinmektedir.)
Yöremizin idari merkeze uzaklığı ve ormanlık oluşu her devirde kanun ve asker kaçaklarının barınağı haline gelmiş. Yerli beyler her zaman problem çıkarmışlar, bu yüzden Osmanlı Devleti yöremizde her zaman fazla askeri kuvvet bulundurmuştur. III. Mehmet Döneminde Sancak Beyliği elinden alındığı iddiasıyla isyan çıkarıp devleti hayli uğraştıran ünlü Celali, Karayazıcı devlet kuvvetlerinden kaçarak Canik Dağları’nda Perşembe Yaylası’na sığınmış ve burada ölmüştür. (1603)
İlçemizle ilgili daha net bilgileri Kudret EMİROĞLU’nun yeni yazıya çevirdiği 1869-1870-1871-1872-1873 ve 1874 tarihli Trabzon Eyaleti Salnameleri’nde rastlamaktayız.
Bu kayıtlara göre bu yıllarda Aybastı Ordu kazasına bağlı nahiye idi. Nahiyede 143 hane Rum 983 hane Türk nüfus yaşar. Nahiyede 13 cami, 10 hatip, 5 adet Kilise, 7 adet Rahip, 11 adet Müslüman mektebi, 2 Rum mektebi, 1 adet medrese, 1 adet de müderris bulunmaktadır. Ayrıca nahiyede belediye teşkilatının mevcut olduğu reisin İbrahim Ağa Azanın da Abdulkadir Ağa olduğu kayıtlarından anlaşılmaktadır.1870 yılında nahiyedeki nüfus toplamı 1126 hane = 4307 kişidir. Nahiye müdürü Necip Ağa, Katibi Süleyman Efendi’dir.
1874 Yılında ise Aybastı ,Görele, Vakfıkebir ve Sürmene ile padişah iradesi ile kaza yapılmış olup, Kaymakamı Ali Ağa Katibi Ahmet Efendi’dir. 1872 Yılı Salnamesinde o devirlerde kullanılan takvimde 31 Mayıs’ta Perşembe Panayırı kaydına rastlanmıştır.
Aynı eserde “Aybastı Nahiyesinde tul ve arzları birer buçuk saat mesafeli beş altı adet orman olup bu ormanlarda yalnız gürgen ağaçları vardır. Hasıl olan kereste yalnız derun- i nahiye ebniyasına sarf olunarak yolları gayet sa’bel- mürur olduğundan ahir mahalle nakil edilememektedir.”ifadeleri yer almaktadır. Aybastı nahiyesinin kaza ve vilayete olan uzaklıkları yaya olarak belirlenmiştir. Buna göre Aybastı’nın Ordu Kazasına uzaklığı 18 saattir. Trabzon’a uzaklığı ise 63 saat olarak tespit edilmiştir.
İlçede o yıllarla ilgili nahiyede tüfenk, tabanca, çakmak imal edilir. Nahiye dahilinde sarf edilir. Ayrıca Kuzköy’de Şeyh Halil, Şıhlı’da Şeyh Kutlu Doğmuş, Akfatma’da Şeyh Hasan adlı veliler metfundur. denilmektedir.
1874 Yılında kaza yapıldığını gördüğümüz Aybastı’nın merkezinin belli bir yerde değil yöre ileri gelenlerinin merkezi idareye baskı ve etkileri sonucu Sefalık Köyü (Konak yanı) ile Esenli Köyü (Cami yanı) arasında yer değiştirdiği görülmüştür. Merkez bir ara 1854 yılında gelerek Sefalık’a yerleşen Hazinedar Oğulları’nın bulunduğu Sefalık’a geçmiş (burada halen mevcut olan tarihi hamamlar, fırınlar bu devirde yapılmıştır) Daha sonraki yıllarda (1900) ilçe ya da nahiye merkezi Esenli ağalarının etkinlikleri sonucu eski yerine geçmiş. İlçe merkezinin bugünkü yere kurulmasında Remzi Efendi ve Rüştü Efendi adlı kişiler önderlik etmişlerdir. Bugünkü Merkez Camii o yıllarda yapılmıştır. İlçemiz 1945 yılında ilçe olan Gölköy’e bağlı bir nahiye olarak bağlanmış, şehrin hızla gelişmesi sonucu 1957 yılında ilçe olma hazırlıkları başlatılmış, 1959 ‘da da ilçe olmuştur. Bu yıllarda Belediye Teşkilatı geliştirilmiş sonra İbrahim Gökalioğlu ilk Belediye Başkanı seçilmiştir. Daha sonraki yıllarda kurulan Esenli Köyü Kalkınma Kooperatifi sayesinde ilçemizden Almanya’ya çok sayıda işçi gönderilerek ilçemizin yaşam düzeyi geliştirilmiştir .
Kültür bir milletin dinî, millî, örf, adet ve geleneklerinin ahenkli müştereklerinden doğan değerler bütünüdür. Kültür milletlerin dünü, bugünü ve yarınlarına ait hayat tarzlarına belirleyen milli kimliklerinin maddi ve manevi damgasıdır. Çeşitli yollardan elde edilen bilgilere göre ilçemizde yaşayan belli kültürler şunlardır:
*Gelenek ve Görenekler. *Evlenme adetleri. *Doğum-Ölüm.
GELENEK VE GÖRENEKLER
İLÇEMİZDE ÖRF ÂDET VE GELENEKLER
İlçemizde örf, âdet, gelenek ve göreneklerin temelini İslamî inanç esasları ve Peygamberimizin sünneti belirlemektedir. Fakat her yörede olduğu gibi bidat ya da bâtıl inanç denilen birtakım inançlar görülmektedir. Tabii buradaki bâtıl inançların dinî yada ilmî bir açıklaması yoktur. Aynı inançlara başka yörelerde de rastlamak mümkündür. Bunlardan bazıları: Kışın gök gürlemesi mevsimin ikiye bölünmesi anlamına gelir.
EVLENME ADETLERİ
İlçemize karşılıklı sevgi, saygı ve görüşmeye dayalı evlilik1er olsa da görücü usulüne yakın sayılabilecek ailelerin rızalarına dayalı evlilikler yaygındır. Evlenecek kişiler birbirlerini tanısalar da fazla bir görüşme konuşma imkanları olmaz. DÜĞÜNLER: İlçemizde düğünler genelde 4 gün sürmektedir. Genel olarak cuma günü başlar ve Pazartesi günü sona erer, l Gün komşu gecesi, 2 gün kına gecesi 3 gün gelin alma 4 gün duvak olarak isimlendirilir. Düğüne davetiye, Kart ve çeşitli hediyelerle yapılır. Düğünün birinci gününde kız evinde ve erkek evinde aynı uygulamalar yapılır gün yakın mahalle komşuları düğün evine giderler, hem düğüne yardım ederler hem de düğün yapana yardım amacı ile çeşitli yiyecek maddeleri, götürürler. Düğün evinde hazırlanan yemeklerden gelen misafirlere ikram edilir. gece komşular kendi aralarında eğlenirler. KINA GECESİ: : Bu gece düğünün ağırlıklı olduğu gecedir. Hemen hemen tüm davetliler düğün evine bu gece gelir. Gelen davetlilere hazırlanan yemeklerden ikram edilir. Gelen davetlilerden erkek evine gelenler genelde para kız evine gelenler gelinin kullanabileceği ev eşyaları ve ziynet eşyaları olmak üzere çeşitli, hediyeler getirirler. Yemek ikramından sonra çeşitli oyunlar oynanır,ve şenlikler yapılır. BOHÇA GETİRME :Kına gecesinin ilerleyen saatlerinde kız evinden erkek evine damadın giyeceği elbiselerden oluşan bir bohça getirilir. Bu bohçaya damat bohçası denir. Bohça genelde kalabalık bir grup tarafından getirilir. Bahşiş a1ınmadan bohça teslim edilmez. Bahşiş alındıktan sonra bohça aşçıya teslim edilir. Aşçı tarafından bohça açılır, ve orada hazır bulunanlara gösterilir. Bohça getiren gruba yemek verildikten sonra çeşitli ikramlar daha yapılır, onların makul ölçülerdeki tüm isteklerini yerine getirmek genel bir kuraldır. Bohça getiren misafirlerin geri dönüşünden sonra erkek evinde bulunan bayanlar kız evine kına yakmaya giderler, kına yakmaya, giderken gelinin eline yakılacak olan kına, kolonya götürülür. Erkek evinde hazırlanan kına bir tepsiye konulur üzerine mumlar dikilir. Gelin evine varınca kapı kapıdan geçmeden tepsi üzerindeki, mumlar yakılır ve odanın ışıkları söndürülür, Kına yakmaya gelenlerin el ele tutuşarak oluşturduğu karşılıklı kordon içinden kına tepsisi geçirilerek odaya girilir. Kız evinde hazır bulunanlar ve kınaya gelenler gelin adayını aralarına alırlar ve ortaya oturturlar. Sesi güzel olanlar ilahiler söylerler, maniler söylerler. Bundan sonra gelinin eline kına yakarlar. Gelinin eline kına yakıldıktan sonra gelen misafirlere de kına ikram edilir. Kına alanlar tepsiye çeşitli hediyeler koyarlar. Bunlara kına bahşişi denir. Kına yakma olayı bittikten sonra düğünün o geceki bölümü bitmiş olur. GELİN ALMA : Düğünün üçüncü günü gelin alma günüdür. Kına gecesi düğüne gelemeyenler bu günde gelmeye devam ederler,o gelenlere de her iki tarafta da yemek ikram edilir. Belli bir saatten sonra damat evinde toplananlar kız evine gelin almaya giderler. Gelin alıcılar gelmeden önce kız evinde hazırlıklar tamamlanır. Gelin giydirilir. Dualar yapılır. Geline ailesi tarafından verilecek olan eşyalar hazırlanır. Gelin almaya gelindiğinde gelinin sağdıcı tarafından gelinin bulunduğu odanın kapısı kapatılır. Burada damadın babası veya bir yakını bahşiş vererek kapıyı açtırır. evin en küçük çocuğu gelinin çeyiz sandığının üzerine oturtulur,yine birisi bahşiş vererek çocuğu kaldırır. Bu engeller aşıldıktan sonra damat tarafından gelin odasından alınarak gelin arabasına bindirilir. Gelinin arabanın sağ kapısından binmesi ve inanması adettir. Gelin damat evine geldikten sonra yine arabanın sağ kapısından indirilir. Arabadan inince buğday,şeker,fındık karışımı damat tarafından gelinin başından saçılır. Bunun saçılma nedeni gelinin bolluk ve bereket getirmesi dileğidir. Düğünün 4. günü Duvak Düğünüdür. Bu düğüne gelini görmek ve tanımak amacı bayanlar giderler.
DOĞUM -ÖLÜM
DOĞUM: Yurdumuzun her yerinde olduğu gibi evlenen çiftlerin en büyük arzusu çocuk sahibi olmaktır. Çocuğu olmayan çiftler doktor tedavine inandıkları gibi az da olsa başka yollara da başvurmaktadırlar. Çocuğu olmayanların Evliya ve Yatları ziyaret etmeleri, buralarda adak adamaları,Büyü gibi şeylerle uğraşanlara gitmeleri az da olsa görülmektedir. Doğum esnasında genelde ebe hemşirelerden yarar1anı1maktadır. Köy ebeleri olayı tamamen bitmiş durumdadır. Yeni doğan bebeğin göbek kordonu kesilerek evin bir yerinde kurutulur. Bazı yörelerde bebeğin beşiğinde kurutulur. Göbek kordonunun dışarı atılması halinde çocuğun gezmeyi çok seveceği eve bağlı olmayacağı inancı da vardır. Yeni doğacak bebeğin beşiği ve yatak takımının kızın annesi tarafından hazırlanması ve doğum anında damadın evine getirmesi genel bir adettir. Yeni doğan bebeği görmek üzere komşu ve akrabalar ziyaret ederler. Gidenler durumlarına göre mutlaka bebeğe hediye götürürler. Yeni doğan bebekler ve anneleri kırk gün akşamları evden dışarı çıkarılmazlar. ÖLÜM Ağır hasta olan kişinin konuşmaması, dilinin tutulması gözünün ferinin kaçmasından, renginin sararmasından ölümün yakın olduğu kanaatine varılır. Komşuları ve akrabaları yanlarından ayrılmaz1ar. Kur’an okumayı bilenler gittiklerinde mutlaka Yasin-i Şerif okurlar. Ölüm anında hastanın başında okuyan kimselerin ve hocaların bulunması, mümkünse Kelime-i Şahadet getirtilmesine çok önem verilir. Ö1üm anında hastanın çok ıstırap çekmesi günahlarını dünyada affettiriyor, öbür dünyaya günahsız gidecek gibi bir düşünce tarzı da vardır. Ö1en kişinin üzeri. çıkarılır. Ayakları ve çenesi, bağ1anır. Üzerine bir örtü örtülür. Bunu rahatına koyma denir. Bazı yörelerde örtünün üzerine bir de bıçak bırakılır. Cenazeyi duyurmak için çevredeki tüm camilerden salâ verilir. Ve ilan yapı1ır. Cenaze o işin ehli kişiler tarafından yıkanır. Cenaze namazı kılındıktan sonra Kur’'an okunarak cenaze gömü1ür. Cenaze olan evde iki üç gün yemek pişeri1mez. Yakın komşular yemek götürür1er. Cenazeden sonraki günlerde taziye dilemek üzere cenaze evine gidilir.
BAYRAMLAR DİNİ BAYRAMLAR:
Dini Bayramlar İslamî kurallara uygun olarak kutlanır. Ramazan Bayramında bayramdan önce her evde mutlaka tatlı yapılır. Bayram sabahı namaz kılındıktan sonra Camilerin avlusunda en yaşlı olanlardan başlanarak sıraya geçilir. Topluca bayramlaşma yapılır. Bu bayramlaşma sırasında dargınların barıştırılması adettir. Bayramlaşmadan sonra topluca dua edilir. Bazı yörelerde evlerde hazırlanan yemekler Camii avlusuna getirilerek namazdan sonra topluca yemek yendiği de görülmektedir. Bayramda büyükleri ve akrabaları ziyaret etmek onların hayır dualarını almak üzere ziyaretler mutlaka yapılır. Ziyarete gelenlere tatlı ve yemek mutlaka ikram edilir. Çocuk1ara ayrıca şeker ve para veri1ir. Kurban Bayramlarında Kurbanlar mümkün olduğunca toplu bir yerde kesi1ir. Dinimiz hükmüne göre kurbanlardan belli miktarda ayrılan etler parçalanarak kurban kesmeyenlere ve orada hazır bulunanlara dağıtılır. Bu da İslâm’da dayanışmanın yardımlaşmanın en belirgin örneğidir. Bayramlarda bazı mahalle ve köylerde güreş ve buna benzer eğlenceler tertip edilir.
NAZAR VE NAZARLIK
İlçemizde nazara inanılır,nazar bazı insanların gözlerinin manyetik etkilerinin karşı taraftakileri etkilemesi ve onu rahatsız etmesi olarak bilinir. Gözü mavi olanların nazarlarının çok etkili olduğu inancı yaygındır. Nazara karşı çeşitli nazar duaları okutturulur. Nazar boncuğu takılır. Küçük bebeklere çok nazar değdiğine inanılır. YATIRLAR Evliya ve ermiş kişilerin mezarlarına çok önem verilir. Çeşitli dileklerde bulunmak, hastalıklardan korunmak, hastalar şifa bulmak amacı ile bu mezarları ziyaret ederler. Buralarda dua ederler, namaz kılarlar. İlçemizde üç önemli yatır vardır. 1.ŞEYH HASAN Melik Gazi’nin komutanlarından olduğu bilinmektedir. Şarkı Karahisar Emiri Melik Gazi komutasındaki Türk ordusunun Pontus Devleti ile yaptığı muharebede şehit olduğu anlatılmaktadır. (1300 -1364 ) Şeyh Hasan’ın mezarı Gölköy Aybastı yolu üzerinde Alacalar mevkiinde olup anayola uzaklığı 1 kilometredir. Zaman zaman halk tarafından ziyaret edilen bir yerdir. Halk arasında evliya olarak anılmaktadır. 2. KUTLU DOĞMUŞ (KUTLU BABA) Melik Gazi’nin subaylarındandır. Halen türbesi Kutlular Mahallesi’nde Gölköy - Aybastı yolu üzerindedir. Melik Gazi’nin harekatı sırasında onun komutasında bulunan ve şimdiki anlamıyla harbin sevk ve idaresini yürüten subaylardan Kutlu Bey’e eriştiği şehitlik mertebesinden dolayı doğarken de şerefli doğdu anlamına gelen Kutlu Doğmuş adı verilmiştir. Bu zata bugün Kutlu Baba da denilmektedir. Herhangi bir hususta darda kalanlar bu zat-ı muhteremin türbesini ziyaret etmektedirler. Türbesinde şahsına ait bazı eşyaları bulunmaktadır. 3. KÜMBET: Perşembe Yaylası sınırları içerisinde kendi adıyla anılan Kümbet Mevkiinde türbesi bulunmaktadır. Şarkı Karahisar Emiri Melik Gazi’nin subaylarındandır. Pontus Devleti’ yle yapılan muharebelerde şehit olmuştur. (1300 -1364) Halk tarafından evliya olarak ziyaret edilmektedir. |